zaterdag 27 november 2010

Eski Tüfek'lerin sonbaharı...



Protest kaart aan Özal, tegen arrestatie en marteling Kutlu en Sargin.
1988. Nederland. IISG Collectie.


Bir Eski Tüfek daha toprağa düştü. Dr. Nihat Sargın (1927 – 2010) yaşamını yitirdi. Sargın, kuruluşundan buyana illegal çalışmak zorunda bırakılan Türkiye Komünist Partisi – TKP`ne 1948 yılında üye olarak örgütlü sosyalist mücadeleye atıldı. Daha sonra, 1961 yılında kurulan Türkiye İşçi Partisi – TİP`de mücadelesine devam etti, bu partide çeşitli kademelerde yöneticilik yaptı, defa`ten tutuklandı, işkence gördü, sürgüne gitti, yıllarca yurt dışında yaşamak zorunda kaldı, tekrar döndü, tekrar tutuklandı ve bu böyle biteviye sürdü gitti. Kısacası Türkiyeli bir sosyalistin başına gelebilecek her şey Nihat Sargın`ın başına geldi. Hem de en katmerli biçimlerde. Ama bir an geldi, daha iyi ve daha adil bir dünya için çarpan yüreği çarpmaz oldu ve her fani gibi toprağa düştü. Bütün sosyalistlerin başı sağ olsun. Güle güle Nihat Sargın. Toprağın bol, mücadelen unutulmaz ve adın daim olsun.

Nihat Sargın`ın ölümüyle nesli artık tükenmekte olan Eski Tüfekler`den bir nefer daha azaldı. Eski Tüfek deyip geçmeyin, sayıları azdı ama çok mücadeleci insanlardı. Bütün yaşamlarını sosyalizm mücadelesine vermişlerdi ve ömürleri siyasi polisin işkence tezgahlarında, hapishanelerde geçti. Nazım Hikmet ve Dr. Hikmet Kıvılcımlı en çok ceza alanlardandı, genç yaşlarında ömürlerini hapishanelerde çürüttüler.

En az yatanın birkaç yılı hapishanede geçmiştir. Hapisten çıktıktan sonra da yıllarca zorunlu ikamete tabi tutulurlardı. Bilmedikleri şehirlerde, kolluk kuvvetlerine sabah akşam imza vererek yaşam savaşı verirlerdi. Serbest kalsalar da siyasi polis peşlerini bırakmazdı, sürekli takibata tâbi tutarlardı, olur olmaz evleri basılırdı, her şeylerine el koyarlardı ve üstelik geri vermezlerdi. İş bulamazlardı, kazara bulsalar da bir süre sonra `iyi saatte olsunlar`ın gayretiyle işlerinden olurlardı. Her 1 Mayıs yaklaştığında bilinen bütün sosyalistler herhangi bir şey yapmamış olsalar bile evlerinden alınır Sansaryan Han`a atılırdı. Sansaryan Han, siyasi polisin Sirkeci`deki sorgu ve işkence merkeziydi. Bu uygulama öylesine rutine binmişti ki her 1 Mayıs yaklaştığında `tescilli` komünistler çantasını hazırlar polisin gelmesini sessizce beklerlerdi. Kaçmanın, direnmenin bir anlamı yoktu. Sonu da yoktu. Çünkü zorbalık her yanı sarmış, kol geziyordu.

Ayrıca memlekette herhangi bir siyasi karışıklık söz konusu olduğunda veya gündem saptırmak için iktidar tarafından bilinçli olarak karışıklık çıkarıldığında, örneğin 6-7 Eylül olayları vb. hiç ilgileri olmamasına rağmen, siyasi polis tarafından `komünistler yaptı` diye bir şayia (düzmece haber) çıkarılır ve hepsi içeri alınırdı. Siyasi iktidar Amerika`ya ve NATO`ya yaranıp bir şeyler mi koparmak istiyor, haydi bütün komünistler kodese… Herhangi bir yerde bir olay mı çıktı, siyasi iktidar bunu saptırmak mı istiyor, haydi komünistler hapishane nöbetine… Bir avuç komünist, iktidarın şamar oğlanına dönmüştü. Her fırsatta komünistlere darbe vurmak bir rutin haline gelmişti. Sosyalistlere, komünistlere yapılanlar tam anlamıyla bir barbarlıktı, insanlık dışıydı.

Türkiye`deki demokrasi mücadelesinde sosyalistler, komünistler kadar eza ve cefa çekeni yoktur. Ve bu topraklar öylesine vefasızdır ki, bir gün bile birileri çıkıp, yıllarca zulmettikleri bu insanlardan özür dilemeyi akıllarına getirmez. Özürü bir yana bırakın, adlarını bile anımsamak istemezler. Hiç kimsenin aklına Mustafa Suphi`nin, Ethem Nejat`ın, Nazım Hikmet`in, Sabiha Sertel`in, Dr, Hikmet Kıvılcımlı`nın, Reşat Fuat Baraner`in, Şefik Hüsnü`nün, Esat Adil`in, Abidin Dino`nun Mihri Belli`nin, Orhan Kemal`in, Ruhi Su`nun, Mehmet Ali Aybar`ın, Behice Boran`ın, Sadun Aren`in, Nihat Sargın`ın ve daha birçoğunun adını ve mücadelesini anımsatacak, kalıcılaştıracak bir şeyler yapmak gelmez. Nazım Hikmet için yapılanlar ise giderek siyasi bir şova, suiistimale dönüştü. Gerçek anlamından saptırılmaya başlandı.

Öylesine bir hava estiriliyor ki, sanki bu ülkeye demokrasi ve özgürlükler kendiliğinden geldi, ya da uzaylılar getirdi. Her ülkede olduğu gibi bugün var olan özgürlükler için ağır bir bedel ödendi, binlerce insan öldü, işkenceden geçti, hapislerde çürüdü ve bu bedelin en büyük ceremesini de sosyalistler, komünistler çekti. Eğer bugün geçmişe göre biraz daha fazla özgürsek, kör topal bir demokrasimiz varsa, bunda sosyalistlerin, komünistlerin direngen mücadelesinin büyük payı vardır. Bu kesinlikle unutulmamalıdır. Unutulmamalıdır ki bugünkü özgürlüklerin değerini bilelim ve onları daha da geliştirelim.

Neden `Eski Tüfek?
Bunu anlamak için en başta şunu belirtmemiz gerekir. Genel olarak bakılırsa Türkiye`deki sosyalist hareket iki döneme ayrılır:1961 öncesi ve sonrası. 1961 yılında Türkiye İşçi Partisi`nin kurulmasıyla Türkiye sosyalist hareketinde yeni bir dönem başladı. Sosyalist hareket uzun yıllar gizlilikten sonra legalize oldu, yasal çalışma olanağını elde etti ve kitlesel bir karakter kazandı. 1965 seçimlerinde TİP 15 milletvekilliği kazanarak parlamentoda grup kurdu ve Türkiye`nin siyasi, sosyal bütün gündemini altüst etti. Adalet Partisi (AP) iktidarının tozunu dumanını attırmaya başladı. Ayrıca, TİP`in kurulmasıyla TKP`nin bu alanda tek parti olmak özelliği ortadan kalktı.

Dönüm noktası oluşturması nedeniyle 61 öncesindeki kadrolara `Eski Tüfek` denildi. Anlamı, sosyalist hareketin kadim dönemine katılmış, tanıklık etmiş olmalarından ileri gelir. Bu benzetmeyle, eski olmakla birlikte hâlâ ateş etme gücüne sahip silah anlamında, yaşlı, ama henüz barutu tükenmemiş, mücadeleci, savaşkan sosyalist militan tarif edilir. Bu tanımlamanın yaygınlaşmasının bir nedeni de Mihri Belli`nin 60`lı yıllarda Doğan Avcıoğlu`nun çıkardığı `Yön` dergisine yazı yazarken `Eski Tüfek` mahlasını kullanmasıdır. Mihri Belli, o günkü koşullarda gerçek kimliğiyle yazmayı mahsurlu bulduğu için bu müstear ismi kullanmayı tercih etmişti. Bilenler için doğrudan anlamı şuydu: eski komünist. Yani komünist hareketin ilk dönemine tanıklık etmiş, örgütlü mücadeleye katılmış kişi.

61 sonrası sosyalistlerin bu anlamda bilinen yaygın, herkesi kapsayan genel bir tanımlaması yoktur. Ayrıca 60 sonrası sosyalistler daha öncekiler gibi sadece komünistlerden oluşmuyordu, anarşistler hariç enva-i çeşidi vardı. Kimisi kendisini devrimci`, kimisi `sosyalist`, kimisi `komünist`, kimisi marksist-leninist, kimisi maocu, kimisi de troçkist olarak nitelendiriyordu.

Bu farklılıklar nereden gelirdi?
`Sosyalist` sözcüğü genel bir tanımlamadır, sosyal demokrasiden leninizme, marksizmden anarşizme kadar bütün sosyalist akımları kapsar. `Komünist` sözcüğü daha çok Komintern geleneğinden gelen partilere üye olanlar için kullanılır. Komintern geleneğiyle örgütlü bir bağı olmayanlara komünist denmez. Türkiye`de bu anlamdaki tek parti tarihsel TKP`dir (Türkiye Komünist Partisi), Mustafa Suphi`lerin, Nazım Hikmet`lerin partisi. Bu partinin dışındakiler kendilerini pek komünist olarak lanse etmezlerdi. Etseler de pek ciddiye alınmazlardı, çünkü sosyalist gelenekte bunun karşılığı yoktu.

`Devrimci` sözcüğünü daha çok THKP/C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi/ Cephe - Mahir Çayan’ların kurduğu örgüt) ve THKO (Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu – Deniz Gezmiş`lerin kurduğu örgüt )taraftarları kullanırdı. Bunlar `devrimci` sözcüğünü kendilerini Sovyet ve Çin taraftarlığından ayırmak amacıyla tercih ederlerdi. Marksizm-leninizm genel bir tanımlamaydı, sosyal demokratlarla anarşistler dışında herkes sahiplenirdi. Kimileri bunu da yeterli görmez mabadına maoizm, enver hocacılık ve benzeri takılar da ekleyip farklılıklarını belli etmeye çalışırlardı. Son zamanlarda sosyalist hareketin içi arı kovanı gibiydi. Kimin eli kimin cebinde belli değildi.

Bunları belirtmemizin nedeni yeni neslin bunları fazla bilmemesidir. Öyle örneklerle karşılaşıyorum ki hayretler içerisinde kalıyorum. İsmi gerekmez, sol bir örgütün en tepesinde yer alan birisiyle yaptığım görüşmede 60`lı yıllardaki Milli Demokratik Devrim – Sosyalist Devrim ayrışmasını bilmediğini fark ettim. `Ama` dedim, `örgütünüzün geçmişi o ayırıma dayanıyor, bunu bilmeniz gerekir!` Gözlerini fal taşı gibi açmış çaresiz bir biçimde bana bakıyordu. Birçok genç sosyalistin 60`lı yıllarda çıkan `Ant, , `Yön , `Türk Solu, `Sosyalist`, `Emek`, `(Al)Aydınlık`,`(Ak)Aydınlık` dergilerini bilmemesi tuhafıma gidiyor. Geçmişlerini bilmiyorlar. Sanıyorlar ki sosyalizm onlarla başladı. Halbuki bu yayınlar çok değil, 40-50 yıl önce yayınlandı. Bunlar sosyalist hareketin ilk legal, kitlesel ve etkili yayın organlarıdır. Bugün nedenini çıkaramadığımız birçok şeyi o dergilerden öğrenebiliriz.

Ayrıca sadece yeni nesil değil, eski neslin bir kısmı da bunları tam olarak bilmiyor ve kimi zaman garip bir biçimde birbirine karıştırıyorlar, ilgisiz şeyler söylüyorlar. Sosyalist harekette her sözcüğün özel bir anlamı vardır, her sözcüğün arkasında bir tarih yatar. Her sözcük yerli yerinde kullanılmalıdır, rastgele kullanırsanız gülünç duruma düşersiniz.

Örneğin, 61 sonrası sosyalist harekete katılmış birisine `eski tüfek` derseniz alaya alınırsınız. Batı`daki sosyal demokratlar aynı zamanda kendilerini sosyalist olarak adlandırırlar, toplantılarında `yoldaş` kelimesini kullanırlar. Bu Türkiye`deki sosyal demokratlar için geçerli değildir, bunlara `yoldaş` diye hitap edemezsiniz, çünkü Türkiye`deki sosyal demokrasi marksizmden kaynaklanmaz, sosyal demokratlıkları bize özgüdür, yani Birinci ve İkinci Enternasyonal geleneği Türkiye`de yoktur.

Sosyalistler, komünistler arasında `bacı`, `kardaş`, `abi`, `abla`, `birader`, `bey`, `ağa` lafları kullanılmaz. Yaşlı olsun, genç olsun herkes birbirini `yoldaş` diye çağırır, çünkü hiç kimsenin özel bir sosyal konumu, ayrıcalığı yoktur, herkes eşittir. Ne yazık ki bu tür sözcükler sosyalistler arasında bile hâlâ yaygın olarak kullanılıyor!

`Komünist` ve `anarşist` sözcüklerini yan yana kullanamazsınız, bunlar farklı olmanın da ötesinde birbirine zıttır. Komünist hareketi ve onun ideolojisi marksizm –leninizmi en çok eleştiren düşünce akımı anarşizmdir. Anarşistler özellikle leninistlerin devlet teorisini topa tutarlar, otoriter eğilimlerini eleştirirler. Troçkizm ve stalinizm, her ikisi de marksizmden kaynaklanmasına karşın birbirinden tamamıyla farklı şeyleri savunurlar, yan yana gelmezler.

Bu tür örnekleri çoğaltmak mümkündür. Sonuç olarak: Sosyalizm sadece bir fikirler manzumesi, sadece milyonları peşinden sürükleyen siyasi bir hareket değil, aynı zamanda kurumlarıyla, kurallarıyla, literatürüyle, geleneğiyle, raconuyla bir yaşam tarzıdır, bir kültürdür. Türkiye`de tam olarak bilinmemiş veya uygulanmamış olması sonucu değiştirmez.

Kendine özgü özellikleriyle `Eski Tüfekler`in bu kültür içerisinde özel bir yeri vardır. Bu kültürün kaybolmasına izin verilmemelidir, gün ışığına çıkarılıp yaşatılmalıdır. Batı`da bu tür kültürel birikimleri koruyan, işleyen birçok kuruluş var. Neden Türkiye`de de olmasın?..

Eski Tüfek`lerin Sovyet hayranlığı
Kimileri Eski Tüfekleri, nesli tükendiği için `badem gözlü` yapıp göklere çıkardığım düşüncesine kapılabilir. Bu kesinlikle doğru değildir. Onlar bulundukları dönemin sosyalistleriydiler. O dönemde gözü kapalı Sovyet hayranlığı geçerliydi. 60`lı yıllara dek Türkiye`de sosyalizm tek renkliydi ve sosyalizmin ilk ülkesi Sovyetleri eleştirmek bir tabuydu. Bu bağlamda demokrasi düşünceleri sosyalizme endeksliydi. Burjuva dedikleri günümüzdeki demokrasiyi bir `zorunlu ara aşama` olarak görür, asıl amaçlarının herkesin eşit haklara sahip olduğu sosyalist bir demokrasi olduğunu gizlemezlerdi. Bugün baktığımızda bunun gerçekçi bir tespit olmadığını görüyoruz. Deneyimler gösteriyor ki bir tane demokrasi vardır, o da bugün var olan ve giderek gelişen demokrasidir. İyi ama, bugünkü nesil 40-50 yıl sonrasını görebiliyor mu ki onlardan bu bekleniyor. Her dönemi, içinde bulunduğu koşullar içerisinde değerlendirmek gerekir. Üstelik `geçici` veya `ara aşama` olsun, bu insanlar demokrasinin geliştirilmesi için ağır bir bedel ödemediler mi? Bunu takdir etmek gerekmez mi?

Eski Tüfekler nesli, sadece Türkiye sosyalist hareketinin ilk kuruluş dönemine değil, aynı zamanda cumhuriyetin başlangıç yıllarına da denk düşer. Bu dönemin düşüncelerini, deneyimlerini, kültürünü, katılımcılarını, kazanımlarını, derslerini ayırım gözetmeksizin, objektif bir biçimde gün ışığına çıkarıp, bilimsel çalışmalara kazandırmak en başta sosyalistler olmak üzere hepimizin görevidir. Geçmişini bilmeyenin, ona sahip çıkmayanın geleceği de olamaz.

`Farklılıklar zenginliğimizdir` lakırdısı cumhurbaşkanından sokaktaki vatandaşa kadar herkesin ağzına sakız oldu. İyi işte, hayata geçirsenize! Ne duruyorsunuz?

Zülfikar Özdoğan


Bu yazı Küyerel'den alındı.

Geen opmerkingen: