zaterdag 24 maart 2012

Kişi Arşivleriyle İlgili Notlar


Marx' handwriting: "Erster Entwurf z. Comm. Manifest". IISH coll. Amsterdam.




Komünist Manifesto'nun orijinalinden kalan bu tek sayfa, Uluslararası Sosyal Tarih Enstitüsü'nde (USTE) bulunuyor.
Amsterdam - Hollanda.


İşletmelerin arşivlerini bir kenara ayırırsak özel arşivleri kategorik olarak iki kısıma ayırmak pek yanlış olmaz: Kişi ve kuruluş arşivleri. Devlet arşivlerinin aksine özel arşivlerin düzenlenmesi kanunlarla yürütülmemektedir. Özel arşivler, yapılarına ters olmamak kaydıyla kimi zaman devlet arşivleriyle ilgili düzenlemeleri örnek alırlar. Örnek; imha edilecek materyalın listesi ve bazı materyalın yasal olarak korunma süresi gibi). Öte yandan, yapısal özellikleri itibariyle kimi zaman bazı yasal düzenlemelere kısmen kendileri tâbi olurlar Örnek; vakıflar yasası gibi.

Özel arşivler içerisinde devletin düzenlemelerine en uzak alanı kişi arşivleri oluşturur. Gerçi son zamanlarda kişi arşivlerinin varolan ‘özerkliği’ de büyük ölçüde sınırlanmaya doğru yol almaya başladı. Telif ve kişi haklarının kanunla düzenlenmesi ya da bilimsel araştırmaların belirli kimi akademik, kültürel kodlara tâbi tutulması bu alanda somut örnekleridir. Ancak yine de kişi arşivleri diğer kategorilere göre daha devlet ya da otorite dışı bir alanı oluşturmaktadırlar. Iyi ki de öyledir, çünkü devletin gölgesinin düştüğü toprakta uzun vadede fazla bir şey yeşermez. İnsanın, ‘gölge etmesin de başka ihsan istemez’, diyesi geliyor!...

Peki, sosyal tarih alaninda kişi arşivi hangi anlama gelir?

Toplumsal bir alanda görev almış ve bu anlamda sosyal tarihe taniklik edebilecek materyal sahibi olan kişilerin biriktirdikleri (orijinal) dökumanlarin toplamı kişi arşivini oluşturur. Bu kişi ünlü bir politika adamı olabileceği gibi, sıradan bir aktivist (eylemci) de olabilir. Marifet kişinin titrinde değil sahibi olduğu dökümanların bilimsel çalışmalar açısından değerindedir. Sendikal ya da politik faaliyete katılmış sıradan bir işçinin materyalı da en az sendika genel başkanının ya da siyasi bir partinin tepesinde yeralan politikacının arşivi kadar değerlidir.

Hatta kimi zaman belirli bir sosyal katmanın en alt sıralarında yeralan kişilerin arşivleri bilimsel çalışmanın konusuna göre daha fazla önem kazanır. Örneğin, işçi sınıfının kültürel gelişimini konu alan bir araştırmada gereken arşiv materyalı sendika liderlerinden çok sıradan işçilerin mektupları, notları, fotoğrafları ve konuşma metinleridir. Hakezâ belirli bir sosyal katmanın modernleşme süreci sözkonusu olduğunda ilk başta başvurulacak materyal bu katmanın alt sıralarında yeralan kişilerin dökümanları olmak zorundadır. Bu tür materyalı bulmanın güçlüğü de gözönünde tutulursa konunun önemi daha iyi anlaşılır. Çünkü sıradan kişiler arşiv oluşturmak amacıyla döküman biriktirmedikleri için bu türden materyalı bulmak da oldukça zordur. Belirli bir eğitim seviyesinde olan ve yüksek konum işgal eden kişiler ise bu konumlarından oturu haliyle fazla ‘kağıt üretimine’ vesile olurlar. Dolayısıyla seçkin zevatın materyalini bulmak hiç de zor değildir. Çoğu zaman bu tür materyal birbirinin benzerini teşkil ettiği için ‘orijinal’ olmak özelliğini bile yitirebilirler. Halbuki sıradan aktivistlerin dökümanları genellikle benzeri olmayan zata mahsus örneklerdir.

Yeri gelmişken bununla ilgili bir örnek vermek isterim. Bir zamanlar Hukuk Fakültesi’nden hocam rahmetli Tarık Zafer Tunaya’nın arşivini inceliyordum. İlkönce biraz tereddüt etmekle birlikte eşi Melahat hanım bu inceliği göstermekten kaçınmamıştı. Arşivi incelemeye başlayınca garip bir duyguya kapıldım. Sanki böylesi bir arşivin aynısını daha önce bir yerlerde görmüşüm gibime geldi. Biraz düşününce, eski bakanlardan İsmail Hakkı Arar’in koleksiyonunda da aynı sistematiği gördüğümü anımsadım. Benzerlik o kadar barizdi ki, konu başlıkları, hatta kısmen toplanan materyal bile aynıydı. Çünkü 1960 öncesinde toplanan materyal zaten birbirinden çok fazla farklılık arzetmiyordu, kaynaklar belirli ve çok sınırlıydı. Bunlar genellikle gazete kupürleri, dergi makaleleri, küçük küçük notlar ve tebrik kartlarına arkalı önlü yazılan mektup tarzı yazımlardan oluşuyordu. Mektupların orijinalliği dışında diğerleri deyim yerindeyse tıpkısının aynısıydı. Bunu farkedince arşivin orijinalliğinin benim için kısmen kaybolduğunu ve ve küçük bir hayal kırıklığı yaşadığımı itiraf etmeliyim. Çünkü benzer şeyleri toplamak arşiv kuruluşları için cazip bir şey değildir. Maksat benzer çok materyal toplayıp rafları tıkabasa doldurmak olmamalıdır, çünkü arşiv kuruluşlarıyla ‘kağıt depoları’ arasında dağlar kadar fark vardır. Aksine seçmeci davranıp kendine özgü özellikleri olan materyal toplayıp bilimsel çalışmalara hazırlamak gerekir.

Ama bu türden benzerliklere sıradan aktivistlerin arşivlerinde rastlamak pek olası değildir. Bunlar arşiv toplamak gibi bir amaçla yola çıkmadıkları için bu konuda özel bir çaba da sarfetmezler, yani arşiv kendiliğinden oluşur. Dolayısıyla toplanan materyal tamamen kişiye has dokümanlardan meydana geldiği için benzerliklere de az rastlanır. Buradan şu sonucu çıkarmak gerekir: Arşivlerde orijinallik aranması gereken ilk özelliktir. Orijinallık sözkonusu olduğu zaman kişinin titrine, ünlü olup olmamasına değil, dökümanın içeriğine, hangi döneme ait olduğuna, hangi tarihsel sürece tanıklık ettiğine bakmak gerekir.

Sol zevatın arşivleri

Kişi arşivleri deyince akla ilk gelen şey sol kimliğe sahip olan kişilerin arşivleridir. Çünkü, geçen iki yüzyılda toplumsal mücadelelerde muhalefetin başını solcular çekiyorlardı. Dolayısıyla özel arşivcilik alanında solcuların arşivleri büyük bir alanı kapsamaktadır. Sağcılar genellikle devletle, otorite ile bütünleştikleri , yanı egemen konumunda oldukları için özel arşivcilik alanında pek fazla esameleri okunmaz. Solcular ise sadece muhalefetin değil entellektüel yaşamın da başını çekiyorlardı ve bu vesileyle oldukça fazla ‘kağıt üretimine’ yolaçıyorlardı. Bu nedenlerle sol kimliğe sahip kişilerin özel arşivcilik dünyasında dominant (baskın) bir konumda olduğunu görürüz.

Türkiye zeminine gelirsek durum biraz farklılaşır. Çünkü, Türkiye solu ömrünün çoğunu yeraltında, ağır baskı ve yasak koşullarında geçirdiği için arşivleri saklamaktan çok onları imha etmek bir gelenek olarak yerleşti. Sol örgütlerde arşiv toplamak kişinin üzerinde kuşkuların birikmesine yolaçardı. Çünkü bu toplanan ‘kağıtların’ siyasi polis tarafından ele geçirilip savcılar tarafından siyasi davalarda kullanılması olasılığı bir hayli yüksekti. Bu nedenle varolan tüm yazılı materyalın imha edilmesi bir kural haline geldi. Bırakınız arşiv biriktirmeyi dokümantasyon materyalı toplamak, hatta toplumcu olarak tanınan bir yazarın romanını bulundurmak bile oldukça riskliydi. Dolayısıyla egemen güçlerin ‘muzır’ gördüğü yayınları imha etmek en selametli yol olarak tercih ediliyordu. Bu nedenlerle Türkiye’de doğru dürüst arşivi olan sol zevatın sayısı iki elin on parmağını pek geçmez.

Varolduğu bilinenlerde de dökümantasyon yan ağır basar. Dökümantasyon materyalı arşivin yerini tutmaz, sofradaki bilimsel yeri birkaç adım geridir. Elbette bu dökümantasyonun hiçbir değeri yoktur anlamına gelmez. Kimi zaman dökümantasyon materyalı arşiv materyalı kadar değer kazanabilir. Ne var ki burada da bazı bilimsel ölçütler vardır. Dokümantasyonun değeri özgünlüğünde, zaman diliminde ve sistematikliğinde artar veya azalır. Bu da koleksiyona göre değişir. Nedense Türkiye’de arşiv materyalı ile dokümantasyon arasındaki fark pek görülmez, toplanan her ‘kağıt’ materyalı için ‘arşiv’ tanımlaması yapılır. Halbuki aralarında çok büyük fark vardır. Neyse bunu şimdilik bir kenara not edelim ve konumuza devam edelim.

Tek renkli sol

Türkiye’de sol kimlikli kişilerin arşivlerinin az olmasının nedeni sadece ağır baskı ve yasaklamalar değildir, sol hareketin 1960’lara dek ‘tek renk’ olması da bu konuda önemli bir rol oynadı. Bilindiği gibi, 1960’lara dek sol hareketin tek örgütü Türkiye Komünist Partisi’ydi (TKP). Bilebildiğimiz kadarıyla TKP’nde yöneticilik yapmış olanların kişisel arşivleri hemen hemen hiç yoktur. Bu sadece Türkiye’ye özgü bir durum değildir, diğer komünist partilerinde de benzer durumlar vardır. Çünkü komünist partileri diğer sol örgütlere nazaran kişilerin arşiv biriktirmesine daha yabancı olan, buna pek sıcak bakmayan yapılanmalardır. Komünist partisinde kişinin özel alanı partinin genel alanı içerisinde kaybolur gider. Komünist partisi üyesi bütün yaşamıyla partisine bağlı kişidir ve bu nedenle özel yaşamı da partiye aittir. Dolayısıyla özel yaşamın bir parçasını oluşturan arşiv oluşturma olayına komünist parti üyeleri arasında daha az rastlanmaktadır.

Dünyadaki genel tabloya baktığımız zaman da benzer manzarayla karşı karşıya kaliriz. Dünyadaki ünlü kişi arşivleri arasında komünist şahsiyetlerin az bir yer kapladığını görürüz. Olanlar da daha çok Ekim devrimi öncesi şahsiyetlerdir. Ekim Devrimi’nden sonra bu giderek azalan bir trend izledi. Uluslararası sosyalist harekette arşivleri olan kişilerin daha çok ilk dönem sosyal demokrat, troçkist,anarşist ve diğer radikal akımlardan olmaları bir tesadüf olmasa gerek. Aslında bu alanda bile sosyalist hareketler arasındaki farkı görmek çok ilginçtir. Komünist harekette kişilerin özel alanının diğerlerine göre dar olması veya hiç olmamasını arşivcilikte bile tespit etmek son derece enteresan bir noktadır. Çünkü komünist örgütlenmeler diğer sosyalist örgütlenmelere göre daha ‘muhafazakar’, daha ‘otoriter’ yapılanmalardır. Kişinin özgürlük alanı toplumun kollektif çıkarları lehine nisbeten kısıtlanmıştır.

İllegal yapılanmalarda kişi arşivleri

Komünist yapılanmalarda kişinin özel alanının darlığı illegal komünist partilerinde tamamen yokolur giderdi. Çünkü burada sorun illegal partiler açısından hayatı önem taşıyan ‘güvenlik’ konusuna gelir dayanırdı. Eğer kişi çok ünlü değilse, ya da yazar veya akademisyen gibi bir kimliği yoksa, yani partiden ayrı ve özel bir toplumsal faaliyet alanı mevcut değilse (örneğin Nazım Hikmet, Pablo Neruda vb gibi) kişisel arşiv oluşturması sözkonusu olamazdı. Bunun için en başta partinin merkez yönetim organından izin alınması gerekirdi. Eğer izin alınmadan arşiv düzenlenmişse ve bu herhangi bir biçimde deşifre olursa ilgili kişi ‘ajan provokatör’ muamelesi bile görebilirdi. Çünkü, bu tür kişi arşivlerinin siyasi polisin eline geçmesi olasılığı yüksekti. Bunun da birçok parti militanının tutuklanmasına, parti örgütlerinin zarar görmesine ve parti yapısının ve faaliyetlerinin polis tarafından deşifre edilmesine yolaçacağı düşünülürdü. Dolayısıyla illegal komünist partilerinde kişi arşivi hiç olmayacak bir şeydi.

Aslında komünist partilerindeki bu durum bütün illegal örgütlere teşmil edilebilir. Çünkü bütün illegal yapılanmalarda ‘güvenlik’, yanı polisten korunmak her zaman bir numaralı sorundur. İllegal örgütlerin yapısal özellikleri ve ağır çalışma koşulları gözönünde alınırsa, kişilerin arşiv oluşturmalarının son derece ‘lüks’ kaçabileceğini söylemek pek yanlış olmayacaktir. Bunda da çok haksız olduklarını söylemek mümkün değildir, çünkü geçmiş yüzyılda kapitalist ülkelerde en fazla kovuşturulan, baskı ve teröre maruz kalan grupların başında komünistler ve diğer radikal sol gruplar gelirdi.

Ne var ki bugün artık farklı koşullarda bulunuyoruz. Duvar yıkıldığından buyana köprülerin altından çok sular akti. Sel gitti, geriye kumu kaldı. Şimdi olması gereken şey geriye kalan kumu ayıklamaya çalışmak ve arşivleri koruma altına alıp, bilimsel çalışmalara hazır duruma getirmektir. Bu da arşiv kuruluşlarının, sosyal tarih alanında faaliyet gösteren enstitülerin işidir. Bu alanda belirli ölçüde mesafe katedilmekle birlikte bütün sorunların aşıldığını söylemek zordur. Çünkü, sosyalist ülkelerdeki komünist partilerin arşivleri duvarın yıkılmasının üzerinden neredeyse yirmi yıl geçmesine rağmen hâlâ bilimsel çalışmalara kısmen veya tamamen kapalı tutuluyorlar.Çünkü ilgili devletlerin ‘güvenlik’ politikalarının çerçevesinde değerlendiriliyorlar. Batı Avrupa partlerinin arşivleri büyük ölçüde açık durumdadır. Ancak dünyanın geri kalan kısımlarında çalışmalar oldukça güç sürdürülüyor. Komünist partilerinin parçalı yapısı ve arşivlerin değişik mekanlarda dağılmış durumda olmaları ve kişilerin bu konudaki ihmali ve ilgisizliği en büyük engellerdir.

Bu ve benzeri arşivcilik konularına ileride devam edeceğiz.

Zülfikar Özdoğan


Not:16.08.2008 tarihinde Küyerel’de yayınlanan bir yazım.

Geen opmerkingen: